home icon ile ilgili görsel sonucu Prof. Dr. Özcan UZUN
Psikiyatri Uzmanı
İlgili resim  gplius[1]  researchgate-logo
   
SOMATOFORM BOZUKLUKLAR

 

Somatoform bozukluklar kavramı, yeterli bedensel açıklaması bulunmayan, kişinin ruhsal, mesleki, kişilerarası ve sosyal işlevselliğini etkileyen ve bunlara bağlı fiziksel belirtileri içeren bir grup hastalığı kapsamaktadır. Bu grupta somatizasyon bozukluğu, konversiyon bozukluğu, beden dismorfik bozukluğu, hipokondriasiz ve ağrı bozukluğu bulunmaktadır.

 

I. HİPOKONDRİAZİS (Hastalık hastalığı)

“Hastalık hastalığı” olarak da bilinir. Kişinin vücut belirtilerini yanlış yorumlamasına bağlı olarak, ciddi bir hastalığı olacağı korkusunu ya da ciddi bir hastalığı oluğu düşüncesini taşıyıp durması ve yeterli tıbbi değerlendirme yapılmasına ve güvence verilmesine rağmen bu düşüncelerin sürüp gitmesi ile karakterize bir hastalıktır.

 

Yaygınlığı

Kadın/erkek oranı eşittir. Herhangi bir yaşta başlayabilirse de en sık başlangıç yaşı 20-30 arasıdır. Hipokondriazis genellikle epizodik bir gidiş gösterir. Epizotlar aylar-yıllar sürebilir ve arada belirtilerin olmadığı uzun dönemler bulunabilir. Psikososyal stres kaynaklarıyla hipokondriak semptomların alevlenmesi arasında açık bir ilişki olabilir. Hastaların yarısı ya da üçte biri tedavi ile önemli ölçüde düzelir. Hipokondriazis tedavisinde, depresyon ya da anksiyete gibi eşlik eden başka bir bozukluk yok ise farmakolojik tedaviler nadiren işe yarar. İyi bir hasta hekim ilişkisinin oluşturulmasını takiben, somatizasyon bozukluğunun tedavisinde söz edilen psikolojik yaklaşımlardan hastaların önemli bir bölümü yarar görür.

 

Belirtileri

Normal bedensel duyumlar (hafif bir sızı, ağrı ya da rahatsızlık), olağan vücut işlevleri (kalp atımları, bağırsak hareketleri, peristaltik aktivite gibi) ya da çok küçük somatik anormallikler (arada bir dışkıda mukus görülmesi, nazal akıntı, hafifçe büyümüş bir lenf nodu) üzerinde aşırı durulması ve her belirtinin özgül hastalıkla ilişkilendirilmesi hipokondriazisin temel özelliğidir.

 

Kişi bu belirtileri ya da bulguları kuşkulandığı hastalığa bağlar ve bunların anlamı, gerçekliği ve nedenleri üzerinde durur. Hipokondriazis tanısı alanlar hastalık hakkında okuduklarından, duyduklarından, birinin hastalandığını öğrenmekten, kendi bedenleriyle ilgili gözlemlerden dehşete kapılabilirler. Korktuğu hastalıkla ilgili endişeleri çoğu zaman kişinin benlik algısının temel özelliği, toplumsal etkileşiminin başlıca konusu durumuna gelir ve yaşamındaki stres kaynaklarına gösterdiği bir tepki biçimini alır. Hastalar sıklıkla kalp, kanser, hepatit, AİDS gibi hastalıklardan şüphelenir ve verilen tüm güvencelere karşın bu fikirlerini değiştirmezler. Hastalar yakınmalarını uzun uzun ve çok ayrıntılı bir biçimde sunarlar. Aceleci ve ısrarlı bir biçimde, hekime fırsat vermeden, durmaksızın konuşarak yakınmalarını anlatırlar. Sıklıkla etkilenen yerlerini hekime göstererek, işlev bozukluğundan ne anladıklarını açıklayarak ya da başlıca ilgi odakları olan önemsiz yapısal bir lezyonu göstererek, sanki ezberden anlatıyormuş gibi sundukları semptomları üzerinde özellikle dururlar.

 

Bütün düşünceleri ve konuşmalarının içeriği bedensel yakınmaları üzerine odaklanmıştır. Yakınmalarının kendilerini nasıl etkilediği ve başarısız çare arayışları üzerinde dururlar. Daha önce ilişki kurdukları hekimlerden ya da çok aşırı bir biçimde okudukları tıbbi kitap, dergi ya da gazete yazılarından edindikleri tıbbi terimleri ya da anlaşılmaz birtakım sözcükleri sık kullanırlar. Hipokondriak hastalar semptomlarından dolayı endişeli ve kaygılıdırlar. Birçok hasta doktor doktor gezmeyi, bir hastaneden diğerine gitmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiştir. Bu hastalar zaman zaman hekimlerin tıbbi bilgisini sınayıcı bir tavır içine de girerler.

 

Nedenleri

Nedeniyle ilgili öne sürülen teoriler; bu kişilerin fiziksel rahatsızlık eşiklerinin ve toleranslarının düşük olduğunu, sosyal öğrenme modeliyle hasta rolünü benimsediklerini, belirtilerin düşük özgüven ve suçluluk duygularının bir sembolü olduğunu savunmaktadırlar. Ayrıca %80 oranında depresyon ve anksiyete bozuklukları ile ilişkili olması, hipokondriazisin diğer mental bozuklukların bir türevi olduğu görüşünün ileri sürülmesine neden olmuştur.

 

II. SOMATİZASYON BOZUKLUĞU

Fizik muayene ve laboratuvar araştırmaları sonucunda tıbbi hastalıklarla açıklanamayan birçok somatik semptomun bulunmasıyla karakterize bir bozukluktur. Ağrı başta olmak üzere, halsizlik, baş dönmesi, nefes darlığı gibi birçok sistemi ilgilendiren, canlı, bir miktar abartılı, çok sayıda fiziksel belirtinin bir arada olması tipik özelliğidir. En sık olarak baş, karın, sırt, eklem, ekstremiteler, göğüs, rektum, menstruasyon ağrıları gözlenir. Yutma güçlüğü, bulantı, şişkinlik, kusma, diyare, yiyeceklere tahammülsüzlük, nefes darlığı, cinsel isteksizlik, ereksiyon, ejekülasyon, menstruasyon düzensizliği, uyuşma, güçsüzlük, titreme gibi belirtiler de somatizasyon bozukluğunda sık görülen belirtilerdendir. Hastalar ayrıntılı, ancak niteliği belirsiz, kesinlikler taşımayan, tutarsız ve karmakarışık bir tıbbi öykü verirler. Bedensel yakınmaları için sıklıkla doktora gitmelerine karşın depresyon ya da anksiyete eşlik etmediği sürece genellikle psikiyatrik başvuruda bulunmazlar ve gereksiz tıbbi ve cerrahi uygulamalar bakımından risk altındadırlar.

 

Belirtileri hiç bir organik hastalığa uymadığı için ve verilen fiziksel tedavilerden fayda görmedikleri için çoğunlukla hekimlerin çaresiz kaldıkları bir hastalık grubudur. Üstelik muhtemelen bu çaresizlik duygusunun yarattığı öfkeyle “senin bir şeyin yok, numara yapıyorsun’a kadar varabilen deontoloji dışı davranışlara girebilmektedirler. Bu hastalık grubu için unutulmaması gereken nokta; hastalık belirtilerinin bilinç dışı mekanizmalardan dolayı ortaya çıktığıdır. Yani, hasta “numara yapmamaktadır”.

 

Genelde yakınmalarını dramatik, emosyonel ve abartılmış bir tarzda, canlı ve renkli bir dille anlatırlar. Bağımlı, benmerkezci, hayranlık ve övülmeye aç, manupilatif olabilirler. Sıklıkla majör depresyon, kişilik bozukluğu (örneğin histrionik kişilik bozukluğu), yaygın anksiyete bozukluğu ve fobiler tabloya eşlik eder. Yeni stresörler ile veya stresin artması ile hastalık belirtilerinin alevlenmesi ve sıklaşması arasında ilişki vardır.

 

Somatizasyon bozukluğunun genel popülasyondaki yaşam boyu prevalansının %0.1-0.5 olduğu bildirilmektedir. Kadınlarda erkeklere oranla 5-20 kat daha fazla görülür. İlk basamak tedaviye başvuran hastaların %5-10'unun somatizasyon bozukluğu tanı ölçütlerini karşıladığı bildirilmektedir. Daha çok eğitim düzeyi düşük ve yoksul kişilerde görülür. Çoğunlukla genç yaşlarda başlar.

 

Ayırıcı tanıda müphem veya çoğul somatik belirtiler veren tüm fiziksel hastalıklar akla gelmelidir. Bunlar daha çok kollojen doku hastalıkları ve endokrin bozukluklardır (örneğin; multiple skleroz, hiperparatiroidi, porfiri). Belirtiler fiziksel bir hastalıkla karışabileceği gibi, altta yatan fiziksel hastalık da tabloyu karıştırabilir. Psikiyatrik hastalıklar içinde majör depresyon (maskeli depresyon), yaygın anksiyete bozukluğu, şizofreni ilaç yan etkileri, alkol ve madde kullanımı, hipokondriazis, konversiyon bozukluğu ve yapay bozukluk ile ayırıcı tanısı yapılmalıdır.

 

Ayırıcı tanıda dikkat edilmesi gereken en önemli husus, tıbbi hastalıkların dışlanmasıdır. Anemi, multiple skleroz, kronik enfeksiyonlar, romatoid artrit gibi birçok tıbbi hastalıkta da değişik sistemleri ilgilendiren çok sayıda yakınma ortaya çıkabilir. Tıbbi hastalıkların tanısında fizik muayene ve laboratuvar bulguları yol gösterici rol oynar. Belirtilerin fonksiyonel bir hastalığa ait olduğunu gösteren ipuçları şunlardır.

1. Sistemik tıbbi hastalıkların başlangıcında hiçbir fizik ya da laboratuvar bulgu elde edilememesi mümkündür. Ancak zaman içerisinde bulgular yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Halbuki somatizasyon bozukluğunda yıllar geçmesine karşın hiçbir fiziksel ya da laboratuvar patolojik bulgu görülmez.

2. Tıbbi hastalık şüphesi taşıyan hastaların konu ile ilgili tetkikler yapıldıkça ve hiç bir patolojiye rastlanmadıkça rahatlaması beklenir. Halbuki somatizasyon bozukluğu olan hastalar patolojik bulgu çıkmadıkça rahatlayacaklarına, giderek daha çok sıkıntı çekerler.

3. Yakınmalar hastanın hayal gücü doğrultusunda ortaya çıkar ve hiçbir hastalığın belirtilerine uyum göstermez. Somatizasyon bozukluğu genellikle stresli yaşam olayları ile alevlenen, kronik dalgalı bir seyir izler. Alevli dönemler genellikle 6-9 ay kadar sürer. Belirtilerin şiddetini kaybettiği ya da semptomsuz 9-12 ay süren ara dönemler bulunur

 

Tedavi

Somatizasyon bozukluğunda farmakolojik tedavilerin yeri son derecede sınırlıdır. Depresyonun eşlik ettiği olgularda antidepresanlar kullanılabilir. Benzodiazepinlerin yararlı olduğunu ileri süren çalışmalar olmasına karşın benzodiazepinlerin bağımlılık yapma potansiyeli sürekli kullanımlarını engellemektedir.

 

Somatizasyon bozukluğunun tedavisinde aşağıda belirtilen temel ilkelerin benimsenmesi yararlı olabilir.

1. Bu hastalar tek bir hekim tarafından izlenmelidir. Hasta ile iyi bir iletişim oluşturmayı başarmış pratisyen ya da dahiliye uzmanı bir hekim en uygun olanıdır.

2. Hasta düzenli aralıklarla görülmelidir. Başlangıçta haftada bir kontrol uygun olabilir. Bu hastanın güvenini kazanmak için iyi bir süredir. Zamanla ayda bir kontrole çağırmak yeterlidir. Düzenli aralıklarla kontrol hastanın sürekli var olan somatik yakınmaları üzerine denetim kurmasını kolaylaştırır.

3. Her kontrolde özellikle yeni belirtilere yönelik dikkatli ama kısa bir fizik muayene gerçekleştirilmelidir. Bu hastanın güvenini yenilemenin yanında somatizasyon bozukluğu hastalarında ortaya çıkması muhtemel bağımsız bir tıbbi hastalığın tanısı için de önemlidir.

4. Hastanın yakınmaları her defasında da olsa makul bir süre dinlenmelidir. Fiziksel yakınmaların duygusal çatışmaların bir boşalım yolu olabileceği düşünüldüğünde, dinlenilmek hastayı rahatlatacaktır.

5. Hastaya yapılan her işlemle ilgili açıklayıcı bilgi verilmelidir. Hastanın şüphelenmesine fırsat verecek belirsiz ifadeler kullanılmamalıdır.

6. Gereksiz tetkik yaptırmaktan ve gereksiz ilaç kullanmaktan kaçınılmalıdır.

7. Bir psikiyatristin tedaviye katılmasının uygun olacağı konusunda hastalar ikna edilmeye çalışılmalıdır.

Psikoterapötik yaklaşımlar hastaların semptomlarıyla başa çıkmalarına, altta yatan duygularını dışa vurmalarına ve duygularını göstermeleri için daha sağlıklı yöntemler geliştirmelerine yardımcı olur. Eşlik eden duygudurum bozuklukları ve anksiyete bozuklukları için gerektiğinde ilaç verilebilirse de, somatizasyon bozukluğu olan hastaların ilaçları kendi bildikleri gibi kullanma eğilimi göstermelerinden dolayı tedaviye uyum yakından izlenmelidirler.

 

III. AĞRI BOZUKLUĞU

Ağrı bozukluğunun temel özelliği klinik görünümün önde gelen belirtisinin sıkıntı oluşturacak ve işlevselliği bozacak derecede ağrı olmasıdır. Hastadan alınan anamnezde genellikle ağrının başlaması, alevlenmesi ya da sürmesinde psikolojik etkenlerin rol oynadığı izlenimi edinilir. Çok çeşitli ağrıları olan hastalar bu grupta değerlendirilebilir (bel ağrısı, baş ağrısı, atipik yüz ağrısı ve kronik pelvik ağrı). Hastaların ağrısı posttravmatik, nöropatik, nörolojik, iatrojenik, kas-iskelet sistemiyle ilgili olabilir. Ağrı bozukluğunun yaygınlığı ile ilgili kesin veriler yoktur. Hastane başvurularının yarısından çoğunda önde gelen belirtinin ağrı olduğu ve toplumun yaklaşık %15’inde bel ağrısı bulunduğu göz önüne alındığında, ne kadar yaygın olabileceği konusunda bir fikir elde etmek mümkün olabilir. Ağrı bozukluğu daha çok 30-40 yaşlarında başlar. Kadınlarda iki kat daha fazla görülür. Ağrı bozukluğunda ağrı genellikle birden başlar ve şiddeti, sonraki haftalar ya da aylar içinde giderek artar.

 

Ağrı bozukluğunun prognozu hastadan hastaya büyük ölçüde değişkenlik gösterebilirse de genellikle kronik, sıkıntı veren ve yetersizliğe yol açan bir seyri vardır. Ağrıyı azaltmak genellikle olanaklı olmadığı için tedavi yaklaşımı rehabilitasyona yönelik olmalıdır. Tedavinin başında psikolojik etkenler üzerinde durulmalı, bu etkenlerin hem fizik, hem de psikolojik kökenli ağrıların nedeni olarak önem taşıyabileceği açıkça söylenmelidir. Analjezik ilaçlar ağrı bozukluğu hastalarında genellikle yararlı olmaz. Ayrıca uzun süreli analjezik tedavi alan hastalarda kötüye kullanım ya da bağımlılık riski vardır. Benzer nedenlerden dolayı, sedatifler ve anksiyolitik ilaçlar da ağrı bozukluğunda uygun tedavi yaklaşımları değildirler. Amitriptilin ve imipramin gibi antidepresanların yarar sağladığı bulunmuştur.

 

Psikoterapötik yaklaşımda ilk adım, hastanın çektiği sıkıntı ile eş duyum sağlayarak hastayla sağlıklı bir ilişki kurulmasıdır. Somatize eden hastalara "her şey zaten senin kafanın içinde" gibi yorumlarla yaklaşılmamalıdır. Hasta için ağrısı bir gerçekliktir ve hekimler, ağrının intrapsişik kökenli olduğunu düşünseler de bu gerçeği kabul etmelidirler. Ağrının duygusal yanına iyi bir giriş yolu, ağrılı kişinin yaşamındaki kişiler arası uzantılarını araştırmaktır. Sözgelimi evlilikle ilgili sorunlar araştırılarak hastanın psikolojik ağrısının kaynağına ulaşılabilir ve fizik yakınmaların önemli kişiler arası ilişkilerdeki işlevi ve önemi anlaşılabilir.