|
|||||||||
Bazı
farmakolojik
ajanlar
akut
veya
kronik
dönemde
distoni,
tremor,
parkinsonizm
ve
diskinezi
gibi
çeşitli
hareket
bozukluklarına
neden
olabilir.
Ortaya
çıkan
hareket
bozuklukları
kullanılan
ilaç ile
ilişkilendirilse
de
nedensel
bir
bağlantı
kurmak
için
yeterli
kanıt
yoktur.
Zira bu
hareket
bozukluklarının
bazıları
ilaç
maruziyeti
yokluğunda
da
meydana
gelebilir.
En
yaygın
dopamin
reseptör
blokerleri
olmak
üzere
antidepresanlar,
lityum
ve
antiepileptikler
hareket
bozukluklarına
yol
açabilir.
İlaca
bağlı
hareket
bozukluklarının
altında
yatan
mekanizmalar
bazal
gangliyonlarda
dopamin,
serotonin,
noradrenalin
ve
kolinerjik
blokaj
sonucunda
ortaya
çıkan
dengesizlik
ile
ilişkilidir.
İLAÇ İLE TETİKLENEN AKATİZİ Akatizi, içsel gerginlik ve öznel rahatsızlık duygularının eşlik ettiği motor huzursuzluk durumudur. Genellikle alt ekstremiteleri tutan bir dizi hiperaktif davranış örüntüsü olarak ortaya çıkar. Yerinde duramama, sık postür değiştirme, vücut ağırlığını bir bacaktan diğerine kaydırma, oturduğu yerde sallanma, yürürken ayaklarını sürüme gibi belirtiler görülür. Yüksek potens klasik antipsikotiklerin hızla artan dozları akatizi riskini artırır. Parkinson belirtileri ile bir arada olabilir, ancak daha yaygındır. Klasik antipsikotiklerin akatizi oluşturma sıklığının %21-25 arasında olduğu bildirilmiştir. Genç yetişkinler ve yaşlılarda akatizi gelişmesi tardif diskinezi için risk artışı ile ilişkili olabilir. Belirtiler tedavi önerilerine kötü uyumun nedeni olabilir. Akatizinin beş değişik biçimi tanımlanmıştır. Akut akatizi genellikle tedavinin ilk birkaç günü içinde gelişir ve altı aydan daha kısa sürer. Kronik akatizi altı aydan daha uzun devam eder ve idame antipsikotik tedavisi sırasında görülür. Kronik akatizide öznel huzursuzluk daha düşük yoğunlukta olabilir. ‘Pseudoakatizi’ tekrarlayan huzursuz motor hareketlerin eşlik etmediği, geç dönemde gelişen durumu tanımlar. Daha çok erkek cinsiyette ortaya çıkar. Tardif akatizi üç ay sonra ortaya çıkan, ilaç dozu veya değişikliği ile ilişkisiz tablodur. Bırakma veya ‘ribaund’ akatizisi aslında antikolinerjik kesilmesi tepkisidir. Antikolinerjik etkili antipsikotiğin bırakılması, değiştirilmesi veya dozunun azaltılması ile altı hafta içinde ortaya çıkan akatizi biçimidir. Antipsikotik dışındaki ilaçlar da akatiziye yol açabilir. Yüksek doz seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI) kullanımının akatizi oluşturduğu bildirilmiştir. Nitekim fluvoksamin dozunun 200 mg’dan 300 mg’a yükseltilen hastada bir hafta içinde, başka bir olguda ise sertralin dozunun titrasyon ile 200 mg’a çıkılmasından üç gün sonra akatizi geliştiği rapor edilmiştir. Ayrıca, daha önce akatizi öyküsü olan kişiler SSRI ile akatizi geliştirmeye daha meyilli olabilirler. SSRI’ların ventral tegmental alandaki dopaminerjik nöronların bazal ateşlenme oranını azalttığı bulunmuştur; bunun akatizi oluşmasının altındaki mekanizmayı açıklayabileceği düşünülmektedir. Genel olarak ekstrapiramidal belirtilerin nigrostriatal yolaktaki dopamin eksikliğinden kaynaklandığı bilinmektedir. Ancak, bu ilaçların hem motor zaafiyete hem de motor hiperaktiviteye nasıl neden olduğu durumu bir paradoks olarak görülmektedir. Akatizinin bir ekstrapiramidal belirti olduğu kabul edilir, ancak altında yatan patofizyolojik mekanizmanın daha farklı olduğu düşünülmektedir. Bu hipotezin en büyük destekçisi ise propranololun akatiziyi tedavi edici özelliği olmasına rağmen diğer ekstrapiramidal belirtiler üzerinde etkili olmamasıdır. Sonuçta, akatizi gelişme mekanizması iyi anlaşılamamıştır. Striatum dışındaki alanlarda beyin dopamin reseptör blokajı nedeniyle olduğu düşünülmektedir. Akatizi parkinson belirtileri yokluğunda, tek başına olduğunda, nigrostriatal yolaktan daha çok mezokortikal sistemindeki dopaminerjik blokaja bağlı olabilir. Merkezi adrenerjik sistemler gibi diğer nörotransmitterler de patoloji ile ilişkili olabilir. Akatizi için tercih
edilen tedavi yöntemi kullanılan
antipsikotik dozajını düşürmektir.
Ancak, bu strateji birçok akut hasta
için klinik olarak gerçekçi değildir.
Antikolinerjik ajanların eklenmesi
yararlı olmaz. Benzodiyazepinlerin
potansiyel terapötik etkisi vardır. Bu
etki anksiyolitik ve kas gevşetici
özellikleri ile ilgili olabilir. Alfa-2
agonisti klonidinin yararı spesifik
terapötik etki ya da sedasyon ile
ilişkili olabilir. Bir başka etkili
klinik strateji beta-adrenerjik bloker
eklemektir. Orta bir dozda propranolol
(30-80 mg/gün) birkaç saat içinde
sıklıkla etkili olabilir. Klonidin ve
beta blokerlerin bağımlılık oluşturmama
avantajı var, ama hipotansiyon ve ani
kesilmesi ile ribaund hipotansiyon
potansiyeli göz önünde tutulmalıdır.
Katekolaminerjik ajanlar, örneğin
amantadin, etkili olmuştur, ancak
bunların psikozu alevlendirme riski
yararlılığını sınırlar. Klozapin
dirençli akatizi için başka bir
seçenektir. İntravenöz diazepam ve
biperiden ağır akatizi için etkili bir
tedavi seçeneğidir.
İLAÇ İLE TETİKLENEN AKUT DİSTONİ Akut distoni, bir nöroleptik ilacın başlanması ya da dozun yükseltilmesi veya ekstrapiramidal belirtilerin tedavi için kullanılan ilacın dozajının azaltılmasını takiben birkaç gün içinde gelişen, gözler (okülojirik kriz), baş, boyun (tortikolis veya retrokolis), bacaklarda ya da gövdede kaslarının anormal ve uzun süreli kasılması durumudur. Akut distonik tepkiler, tedavinin başlangıcından itibaren 24-48 saat sonra zirve yapar. Olguların %90’ında ilk beş gün içerisinde gelişir. Depo antipsikotik uygulamalarında bu süre daha uzun olabilir. Klasik antipsikotik kullanan hastalarda %25-40 oranında oluşabilir. Klasik yüksek potens antipsikotik kullanan genç erkek hastalar en büyük risk grubudur. Genç yetişkinler ve çocuklar daha sık etkilenirler. Antipsikotikler özellikle D2 reseptörlerini işgal ederler. Akut distoni, bloke edilmemiş D1 reseptörlerinin aşırı aktivasyonu sayesinde gelişen artmış döngünün karşılığı olabilir. Geç ortaya çıkan distonilerin olması muhtemelen ek mekanizmaların da olabileceğini düşündürür; bu durum dopaminin aşırı salınımı ile dopamin reseptörlerinin aşırı duyarlılığı arasında bir uyumsuzluktan kaynaklanabilir. Distoniler aralıklı veya devamlı istemsiz hareketleri ile karakterizedir. Hareketler geçici rahatsızlıklardan, sürekli anormal duruşlara (postür) kadar değişebilir. Kas sertliği ve postüral bozulma ağrılı ve rahatsız edicidir ve hastalarda ajitasyona yol açabilir. Baş ve boyun kasları en sık etkilenir. Gırtlak ve yutak kaslarının tutulumu solunum sıkıntısı, asfiksi ve boğulma ile sonuçlanabilir. Klasik antipsikotiği
atipik ile değiştirmek distoniyi kontrol
etmek için yaygın bir yöntemdir. Akut
distoni, antiparkinsoniyan maddelere
oldukça iyi cevap verir. Oral
antikolinerjikler hafif olgularda
kullanılabilir. Kas içi ya da oral
antikolinerjik benztropin veya
antihistaminik difenhidramin genellikle
20-30 dakika içinde iyileşme sağlar. Tam
iyileşme oluşmaz ise doz 30 dakika sonra
tekrar edilebilir.
NÖROLEPTİK
İLE TETİKLENEN PARKİNSONİZM
Parkinsonizm, bir nöroleptik ilacın başlanması ya da dozunun yükseltilmesi veya ekstrapiramidal belirtilerin tedavisi için kullanılan ilacın kesilmesinden sonra bir kaç hafta içinde gelişen, baskın olarak tremor, eklem sertliği (rijidite), akinezi ve bradikinezi giden klinik durumdur. Parkinsonizm belirtileri striatumdaki dopamin reseptörlerinin blokajı sonucu ortaya çıkan göreceli dopamin eksikliğinden kaynaklanır. Antipsikotik tedavi başlandıktan sonraki günler içinde sinsice gelişir. Belirtilerin gelişmesi doza bağımlıdır ve hastaların yaklaşık %20-40 bölümünde ortaya çıkar. İlacın devamıyla tolerans gelişebilir; belirtiler yavaş yavaş azalabilir. Parkinsonizmin dört majör karakteristik özelliği rijidite, tremor, bradikinezi ve postüral instabilitedir. Pasif hareketlere karşı direnç şeklindeki eklem sertliği ilaca bağlı parkinsonizmin en belirgin özelliğidir. Kurşun boru sertliği ya da dişli çark sertliği biçiminde olabilir. Sertlik karşıt eklemlerin hareketleri sırasında daha belirgin olur. Tremor ve bradikinezi de eşlik eden yaygın belirtilerdir. Parkinson sendromunda görülen tremor tipik olarak istirahat halinde ortaya çıkan, tutulan ekstremitenin kullanılmasıyla geçici de olsa kaybolan, belli bir postürün korunması esnasında tekrar ortaya çıkan, yavaş frekanslı (4-6 Hz), kaba bir tremordur. Sıklıkla başparmak ve işaret parmağının birbirlerine ritmik sürtmesi olarak ortaya çıkar ve bu niteliğiyle hap yapma veya para sayma tremoru olarak da adlandırılır. Bradikinezi hareketleri başlatmakta güçlük, uygulamada yavaşlık ve zorluk, genel olarak hareketlerin fakirleşmesi olarak tanımlanır. Postüral instabilite ayakta veya otururken normalde otomatik olarak devreye giren, alınan vücut pozisyonun devamını sağlayan postüral reflekslerin bozulması veya kaybıdır. Daha nadir olarak el yazısı büyüklüğünde azalma da görülebilir. Parkinsonizm
belirtileri,
antipsikotik
dozunun
azaltılması
veya
düşük
güç
(potens)
ya da
atipik
antipsikotiğe
geçilmesi
ile
ortadan
kaldırılabilir.
Bu işe
yaramazsa,
bir
antikolinerjik
eklenebilir.
Maksimum
tedavi
cevabı
3-10
gün
içinde
gerçekleşir.
Daha
şiddetli
belirtilerin
tedavisi
için
daha
uzun
süre
gerekebilir.
Kontrol
altına
alınamayan
belirtiler
olduğunda,
amantadin
ilave
etmek
yararlı
olabilir.
Şiddetli
ekstrapiramidal
yan
etkiler
(EPY)
varsa,
nöroleptik
malign
sendrom
(NMS)
için
bir
risk
faktörü
olabileceğinden,
antipsikotik
geçici
olarak
kesilmelidir.
Ciddi
dirençli
EPY
tedavisinde
klozapin
önerilir.
Tavşan
sendromu
da
(perioral
tremor)
parkinsonizmin
bir
şeklidir
ve
tardif
diskinezi
(TD)
için bir
ipucu
olarak
düşünülmelidir.
Parkinsonizmin
bu
biçimi
antikolinerjik
ajanlara
iyi cevap verir. NÖROLEPTİK
MALİGN SENDROM
Nöroleptik malign sendrom, antipsikotik kullanımı sonucu ortaya çıkan ender fakat potansiyel olarak öldürücü bir komplikasyondur. Yaygınlığını tahmin etmek zordur. Çünkü çok nadirdir ve değişik biçimlerde rapor edilmiştir. Ayrıca, düşük oranlarda D2 reseptör blokajı yapan atipik antipsikotiklerin yaygınlaşması ile NMS riskinde düşüş kaydedilmiştir. Çalışmalarda yaygınlığının %0.07-0.9 arasında olduğu belirlenmiştir. NMS’nin temel bulguları hipertermi, eklem sertliği, otonomik instabilite ve bilinç değişiklikleridir. Eğer rijitide ve ateş yüksekliği az ya da yoksa NMS tanısı sorgulanmalıdır. Otonomik instabilite, labil kan basıncı, taşikardi, diyaforez, inkontinans ve soluk cilt NMS için bir anahtar belirtiler olabilir. NMS’teki dördüncü kardinal bulgu olan konfüzyon, psikozdaki disorganizasyondan çok deliryumdaki farkındalık ya da bilinç seviyesinde değişiklik gibidir. NMS için birçok laboratuvar bulguları belirtilmiştir. Fakat her biri nonspesifiktir ve en kullanışlı olduğu yer tanıdan çok gidişi takip etmek içindir. Lökositoz genellikle 10.000 –20.000 / cm3 arasındadır. Artmış lökosit oranı strese cevap olarak algılanmalıdır. NMS her zaman akılda tutulması gereken bir tanı olmakla birlikte, lökosit yüksekliği diğer nedenler yönünden detaylı bir şekilde değerlendirilmelidir. Kreatin kinaz (CK) da aynı zamanda yükselebilir. CK stres, psikoz, ajitasyon, yaralanma, tekrarlayan intramuskuler enjeksiyonlar gibi nonspesifik nedenlerle de yükselebilir. Tam bir NMS vakasında CK değeri 100.000 IU’ya ulaşabilir. Bu yükseklik, derin eklem sertliği ve ateşin yükselmesi sonucunda olmaktadır. Yine CK değerinin seri biçimde izlenmesi sendromun durumunu ve ciddiyetini takip etmekte yararlı olabilir. Yüksek karaciğer enzimleri ve elektrolit dengesizliği rapor edilmiştir. Hiponatremi, düşük kalsiyum ve demir değerleri de ciddi NMS ile ilişkili görülmüştür. NMS için zorunlu kriter, son zamanlarda antipsikotik kullanımı veya son zamanlarda diğer dopaminerjik ajan kullanımı ya da son zamanlarda dopaminerjik bir agonistin kesilmesidir. Majör kriterler, hipertermi (vücut ısısı diğer nedenler olmaksızın >38°C), kaslarda kurşun boru rijiditesi, serum kreatin fosfokinaz düzeyinde yükselme (normalden 3 kat fazla), otonomik disregülasyon (iki veya daha fazlası; terleme, taşikardi, yükselmiş veya düşmüş kan basıncı) ve bilinç durumunda değişikliklerdir. Minör kriterler ise, otonomik disfonksiyonun diğer bulguları (inkontinans, aritmi veya henüz majör kriterler altında yer almayan özelliklerden bir tanesi), solunum sıkıntısı (takipne, dispne, hipoksemi veya solunum yetmezliği), lökositoz (lökosit sayısı >12000), ekstrapiramidal bulgulardır (tremor, dişli çark belirtisi, distoni, koreiform hareketler). Fizyopatolojisiyle ilgili en çok kabul gören teori göre, NMS’nin santral ve periferal görünümü dopamin blokajının bir sonucudur. Rijitide ve diğer ekstrapiramidal bulgular bu teoriye doğruluk kazandırmaktadır. Başka bir hipoteze göre, dopamin yetmezliğine sekonder ortaya çıkan hipotalamus regülasyon mekanizmasının bozulması sonucu oluşmaktadır. Dopaminin rolü konusunda bir kanıt da rezerpin, tetrabenezin, alfa-metil-p-tirozin, non-nöroleptik dopamin blokajı yapan ilaçlar, metoklopramid gibi dopamini azaltıcı ajanlar ile NMS’ye benzer durumların oluşturulmasıdır. NMS’nin gelişip en çok fark edildiği zaman nöroleptik tedavinin erken basamakları veya dozdaki hızlı bir artışın olduğu dönemdir. Majör vakalar tedavinin ilk iki haftasında ortaya çıkmaktadır ve dopamin blokajındaki hızlı artışa bağlanmaktadır. Diğer risk faktörleri ajitasyon, dehidrasyon ve nöroleptiklerin parenteral uygulanmasıdır. SSS’deki bozukluk ve mental retardasyon NMS’ye zemin hazırlar ve risk faktörleri arasında sayılabilir. Fulminan NMS’te hipertermi 41 °C’yi aştığı zaman ölüme neden olabilir. Bu gibi uç hipertermi ani nöbetlere, aritmilere, dissemine intravasküler koagülasyona ve kardiyopulmoner bozukluğa neden olabilir. Eğer klinik durum kas rijitidesi, distoni ve mekanik solunumla karakterize ise solunum yetmezliği gelişebilir. Ek olarak bozulmuş bir solunum ve salgı aspirasyonuna neden olabilir. Uzamış kas kontraksiyonuna ve rijitideye sekonder rabdomiyoliz miyoglobulinürisine hipovolemi de eklenmişse akut renal yetmezliğe neden olabilir. İmmobilizasyon, hipovolemi ve hipertermide tromboemboli nedeni olabilir. Aspirasyon pnömonisi, renal yetmezlik ve pulmoner emboli gibi sekonder komplikasyonlar da NMS’te ölüme neden olabilir. Tanı
kesinleşmedikçe
potansiyel
bir
tedaviye
başlamamakta
yarar
vardır.
Uç
hipertermi
kardiyopulmoner
izlemeyi,
agresif
soğutma
ve etkin
sıvı
replasmanını
içine
alan
hassas
ve acil
tedaviyi
gerektirir.
Aynı
zamanda
daha az
fulminan
seyreden
NMS
olguları
da
tehlikeli
olabilir
ve
tedavi
edilmelidir.
NMS’te
gelişen
hiperterminin
tedavisinde
antipiretiklerin
etkisinin
olmadığı,
bununda
sebebinin
ısı
artışının
endojen
pirojenlerle
bir
ilgisinin
olmamasından
kaynaklandığı
anlaşılmıştır.
Klinik
olarak
hipertermi
gelişir
gelişmez
mekanik
soğutma,
soğutucu
battaniyeler,
duş vs.
uygulanmalıdır.
Masajda
periferal
dilatasyon
ve ısı
salınımı
için
uygulanabilir.
Boğaz ve
göğüs
kaslarındaki
distoniye
sekonder
disfaji
ya da
dispne
varsa
oral
alım
kesilmelidir.
İntravenöz
sıvı
desteği
oral
alımdaki
kısıtlamayı,
hipertermiye
bağlı
terlemeyi
ve
hipovolemiyi
kompanse
etmek
için
gereklidir.
Eğer
distoni
ve
rijitide
solunumu
engelliyorsa
entübasyon
ve
ventilasyon
gerekebilir.
Hipovolemi,
rijitide
ve
immobilizasyon
ve
hipertermi
tromboembolizm
riskini
artırabilir.
Ek
olarak
yer
değiştirmeler,
hareket
egzersizleri,
antiembolik
giysiler ve kinetik bakım yatakları
kullanılmaktadır. TARDİF DİSKİNEZİ Tardif (geç) diskinezi, ekstrapiramidal yan etkiler arasında geç başlangıçlı bir durumdur. Değişik kas gruplarındaki istemsiz kompleks hareketler en sık dil ve ağız çevresindeki kaslarda görülmekle beraber el ve ayak parmaklarında, el ve ayak kaslarında, boyun, gövde ve kalça kaslarında da görülebilir. Bu anormal istemsiz hareketler çoğunlukla koreiform, atetoid, stereotipik veya bunların bileşimi şeklindedir. Stresle artabilir ve uykuda kaybolabilir. Doğası gereği koreiform, athetoid, ritmik anormal istemsiz hareketler etkilenen organların istemli hareketleri ile azalır; etkilenmemiş organların istemli hareketleri ile artar. Tablo, yaklaşık altı ay boyunca antipsikotiğe maruz kaldıktan sonra gelişir. Kullanım süresi uzadıkça görülme sıklığı artar. Uzun süreli klasik antipsikotik alan hastaların %30 kadarında görülebilir. Yaş en tutarlı risk faktörüdür. Kadın hastalarda daha sık görülür. Diğer risk faktörleri duygudurum bozukluğu, kötü tedavi cevabı, beyin hasarı, daha fazla ilaca maruz kalma, önceden mevcut parkinsonizm ve alkolizm varlığıdır. TD tanısı koymadan önce, anormal hareketlerin diğer nedenleri dışlanmalıdır. Hareketler, özellikle orofasiyal olanlar, hiç antipsikotik almamış yaşlı bireylerin %5-15’inde görülmektedir. Bu istemsiz hareketler antipsikotik naif şizofreni hastalarının yaklaşık %7’sinde izlenebilir. TD mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Dopamin reseptörlerinin uzun süre bloke edilmesi dopamin reseptörlerinde upregülasyona neden olur ve bu durum D1 ve D2 reseptörleri arasında dengesizlik ile sonuçlanır. D2 reseptörlerindeki aşırı duyarlılık (hipersensivite) kendilerine ulaşan dopamine karşı anormal cevaba neden olabilir. Aşırı duyarlılığın doğal sonucu olarak antipsikotik çekilmesi (kesilmesi) durumun kötüleşmesine neden olabilir. Kısıtlı olsa da GABA yetersizliğini ileri süren görüşler dikkat çekmiştir. Başka bir görüş de tardif diskinezinin hücresel nörotoksisite ve dejenerasyona bağlı olarak geliştiğidir. Klasik
antipsikotikler
TD için
bir risk
faktörüdür.
Antipsikotik
tedavisi
başlamadan
önce
hastaların
hareket
bozuklukları
yönünden
incelenmesi
önerilir.
Çeşitli
ilaçlar,
TD
tedavisinde
önerilmiştir,
ancak
yararları
sınırlıdır.
Vitamin
E
önlemek
ya da
şiddetini
azaltmak
için bir
seçenek
gibi
görünmektedir;
ancak
hiçbir
kanıt
yoktur.
Melatonin
ve
donepezil
tedavide
denenmiştir
ve
belirtilerin
bastırılmasında
yararlı
bulunmuştur.
Botulinium
toksininin
yüzü
buruşturma,
disartritik
konuşma
ve dilin
istemsiz
hareketleri
için
etkilidir.
Klozapin
ilginç
şekilde
mevcut
TD
tedavisi
için
potansiyel
etkiye
sahiptir.
Tetrabenazin
ve
reserpinin
TD ve
tardif
distoni
için en
etkili
ilaçlar
olduğu
gösterilmiştir.
Klonazepam
ile
naltrekson
kombinasyonu,
muhtemelen
beyin
GABA ve
bazal
ganglionlar
ensefalinerjik
nöronlar üzerinde etkileşimin bir sonucu
olarak, TD iyileştirmede etkili
görülmüştür. TARDİF DİSTONİ Tardif distonik sendrom, nöroleptik kesilmesi ya da dozun azaltılması karşısında, tedavinin geç döneminde ortaya çıkması ile akut distoni veya akatizi gibi hareket bozukluklarından ayırt edilir. Akut biçimden daha ciddi bir durumdur ve belirtiler süreklidir. Yaklaşık %1,5-4 oranında yaygınlığa sahiptir. Motor belirtiler akut distonide görülenlere benzerdir ve sadece süresi ile onlardan ayırt edilebilir. Tedavisi
ile
ilgili
kontrollü
çalışmalar
yoktur.
Bazı
hastalar
yüksek
doz
triheksifenidile
(60-80mg/gün)
cevap
verir.
Tetrabenazin
veya
rezerpin
gibi
dopamini
azaltan
maddeler
de
kullanılmıştır.
Yüksek
dozlarda
klonazepam,
baklofen
veya
benzodiazepin
karışık
sonuçlar
vermiştir.
Distoni
derin
beyin
stimülasyonuna
da
olumlu
cevap
verebilir.
Bu,
fokal
distonisi
olan hastalar için yararlıdır.
İLAÇ İLE TETİKLENEN TREMOR Lityum tremoru Lityum kullanan hastalarda çok sık görülen bir sorundur. Çalışmalarda sıklığı geniş bir yelpazede (%4-65) bulunmuştur. Sıklıkla tedavinin erken döneminde, ama herhangi bir zamanda da, ortaya çıkabilir. Kadınlarda erkeklere göre daha yaygındır. Yaşlılar, esansiyel tremorlu kişiler veya pozitif aile öyküsü olanlar diğer risk gruplarıdır. Genellikle gün içinde şiddetinde dalgalanmalar olur ve ince motor kontrol gerektiren aktiviteler sırasında kötüleşir. Tremor zamanla azalabilir. Bu yeterli değilse, bir dizi önlemler yararlı olabilir. Doz azaltmak, yatmadan önce yavaş salınımlı tek doz lityum kullanmak, anksiyetenin tedavisi ve mümkün ise tremoru artırabilen diğer ilaçları (örneğin, metilfenidat, salbutamol, epinefrin, psödoefedrin, teofilin, tiroid hormonları, hipoglisemik ajanlar) kesmek yararlı olabilir. Kafein, lityumun renal atılımını azaltabilir ve tremoru artırabilir. Serotonerjik antidepresanlar ile lityumun kombinasyonları özellikle 6 hafta sonra belirgin olarak tremoru tetikleyebilir. Ciddi tremor halinde olası bir lityum zehirlenmesini düşünmek gerekir. Bu durumda tremora ataksi, mental konfüzyon, nistagmus ve fasikülasyonlar gibi nörotoksisite belirtileri eşlik eder. Özellikle organik beyin sendromu olanlarda ve yaşlı hastalarda, hatta terapötik seviyelerde bile nörotoksisite meydana gelebildiğini bildiren raporlar vardır. Valproik asit tremoru Esansiyel tremorun klinik ve elektrofizyolojik özelliklerini taşıyan ince tremor biçimidir. Başlıca kol-bacak, baş, ağız ya da dili etkiler. Valproat başladıktan 3-12 ay sonra hastaların yaklaşık %25’inde gelişir. Genellikle istemli kas kasılması esnasında ortaya çıkan aksiyon tremoru veya yerçekimine karşı bir postürü devam ettirme esnasında ortaya postüral tremor şeklinde olabilir. Ayrıca, doza bağlı istirahat tremoru da görülebilir. Doz düşürme, kontrollü-salınımlı formülasyonlara geçme tremoru ortadan kaldırabilir. Karbamazepin, lityum ve valproik asit tarafından tetiklenen tremoru tolere edemeyen hastalar için bir alternatiftir. Antidepresanların tetiklediği tremor Trisiklik ve tetrasiklik antidepresanlar tremora neden olur. Amitriptilin ve imipramin ile postüral tremor tarif edilmiştir; bu antidepresanların serotonerjik özellikleri ile bağlantılıdır. Bu tremor genellikle hızlı ve incedir. Zamanla düzelebilir. Yüksek doz ilaç kullanımının bir göstergesi olabilir. Bu durumda doz azaltma önerilmektedir. Seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI) anksiyete bozuklukları ve depresyon tedavisinde yaygın kullanılır. Tremor, muhtemelen bu ilaçların yol açtığı en sık görülen hareket bozukluğudur. SSRI ile tedavi edilen hastaların yaklaşık %20'sinde görülür. SSRI etkinliğini artırmak için eklenen diğer ilaçlar, özellikle serotonerjik özellikleri olanlar, tremoru artırmaktadır. Tremor, SSRI bırakma sendromunun da belirtilerinden biridir. Nöroleptiklerin tetiklediği tremor Nöroleptikler postüral tremor ve bilateral belirtiler üretebilir. Bu ilaçlar daha çok parkinsonizmin bir parçası olan postüral ve istirahat tremorunu tetikleyebilir. Doza bağımlı olarak klasik antipsikotik kullanan hastaların %15-60’ında ortaya çıkabilir. Kişisel duyarlılık, ileri yaş, kadın cinsiyet, ailesel yatkınlık ve AIDS tremor için risk faktörleri arasındadır. İlaç tedavisi sadece orta ve şiddetli tremor durumlarında uygun görünüyor. Tedavisinde en yaygın kullanılan ilaçlar propranolol, primidon, benzodiazepinlerdir. Gabapentin ve topiramat da zaman zaman kullanılmaktadır. ANTİDEPRESAN
BIRAKMA SENDROMU
Antidepresan bırakma (çekilme) belirtileri ilk trisiklik antidepresanların (TSA) klinik kullanıma girmesinden kısa bir süre sonra imipramin ile birlikte bildirilmiştir. Sonra monoamin oksidaz inhibitörleri (MAOI), SSRI’lar, serotonin ve noradrenalin gerialım inhibitörleri (SNRI) gibi çeşitli antidepresan sınıfları ile rapor edilmiştir. Antidepresanların farmakokinetiği, farmakodinamiği, özellikle kendi yarılanma ömrü ve hastanın bireysel özellikleri kesilme belirtilerinin önemli belirleyicileridir. SSRI’ların uzun süreli kullanımı, serotonin gerialım pompasının blokajı yoluyla sinaptik serotonin seviyelerini artırır; bu durum postsinaptik reseptörlerin down-regülasyonu ile sonuçlanır. Bir SSRI’ın ani bırakılması ile sinaptik serotonin düzeyinde geçici bir eksiklik durumu oluştuğuna inanılır. Reseptörlerdeki down-regülasyon nedeniyle gelişen göreceli hipoaktif durum günler-haftalar boyunca sürebilir. Antidepresan bırakma sendromu, serotoninerjik reseptör down-regülasyonu yanında, doğrudan ya da dolaylı olarak depresif ve anksiyete bozuklukları ile ilişkili diğer nörotransmitter sistemleri (örneğin, norepinefrin, dopamin, γ-amino-butirik asit) arasındaki etkileşiminin sonucudur. Trisiklik antidepresanlar ve MAOI’ler de serotonerjik etki gösterdiğinden, aynı mekanizma ile bırakma belirtilerine yol açar. Ancak, TSA’ların hızlı bırakılmaları, kolinerjik sistemi de etkilediğinden, parkinsonizm belirtileri ve denge ile sorunlara neden olabilir. MAOI'lerin hızlı bırakılması ise, alfa-2 adrenerjik ve dopaminerjik reseptörlerde değişikliklere neden olduklarından, ajitasyon ve psikoza neden olabilir. Antidepresan bırakma belirtisi’, 'antidepresan kesilme belirtisi' ve 'antidepresan çekilme belirtisi' terimleri literatürde birbirinin yerine kullanılmaktadır. 'Çekilme' terimi bağımlılığı ima edebilir, ama bu belirtiler antidepresanların bağımlılık sendromu neden olduğu anlamına gelmez. Ayırımı vurgulamak için bazı otoriteler tarafından 'bırakma' ifadesi tercih edilmektedir. Uluslararası kabul görmüş kriterlere (DSM-IV, ICD-10) göre SSRI ve ilgili antidepresanların bağımlılık sendromu geliştirme potansiyeli taşıdığına dair net bir kanıt yoktur. Aşerme (craving) ve nüks bağımlılığın çekirdek özellikleridir. Antidepresan bırakan hastalarda antidepresan aşermesi geliştiğine dair hiçbir veri bulunmamaktadır. Antidepresan bırakma belirtileri morbiditeye neden olabildiğinden önemlidir. Tedaviye uyumu etkileyebilir, antidepresan kesilmesini önleyebilir, yanlış tanıya ve sonuçta uygunsuz girişimlere yol açabilir. Hastaların çoğunda, bırakma belirtileri kendini sınırlayan, kısa süreli ve hafifdir. Ancak vakaların bir kısmında şiddetli olabilir, birkaç hafta sürebilir ve önemli morbiditeye yol açabilir. Örneğin, SSRI bırakma tepkileri düşme ile sonuçlanan ataksiye, yürüme zorluğuna yol açan yorgunluğa ya da elektrik çarpması gibi bedensel duyumlara yol açabilir. İlaç uyumsuzluğu yaygındır ve hastalar birkaç gün boyunca antidepresanların dozunu kaçırabilmektedir. Ancak, bu durumda ortaya çıkan belirtiler, hastalarda 'bağımlı' hale geldikleri şeklinde endişelere yol açarak kalıcı olarak antidepresan bırakılmasına neden olabilir. Sınıfları arasında farklılığa bağlı olarak antidepresan bırakılmasının belirtileri çeşitlidir. En sık SSRI ve SNRI bırakılması ile gelişir. Belirtiler dozun azaltılması, daha yaygın olarak antidepresanın bırakılmasını takiben bir kaç gün içinde gelişir. Başlama süresi ilaç bırakıldıktan sonra ortalama iki gündür. Bir haftadan sonra belirtilerin başlaması olağan değildir. Bırakma tepkileri başlangıcından sonra bir gün ile üç hafta arasında kendiliğinden düzelir. SSRI bırakma belirtilerinin süresi ortalama beş gündür. Aynı antidepresan başlanırsa 24 saat içerisinde, psikofarmakolojik olarak benzer antidepresan başlanırsa bir hafta sonra belirtiler çözülür. Çeşitli etkenler bırakma belirtilerinin görülme sıklığını etkileyebilir. Antidepresanın kısa yarılanma süresi, reseptör profili, yüksek dozlar, uzun tedavi süresi riskte artış ile sonuçlanır. Venlafaksin ve plasebonun bırakılmasını izleyen üç gün sonra, venlafaksin için %78 ve plasebo için %22 oranında bırakma belirtisi bildirilmiştir. SSRI’lar arasında, yarılanma süresine bağlı olarak, paroksetin ile en yüksek, fluoksetin ile en düşük oranlar rapor edilmiştir. Bırakma belirtilerinin önlenmesi için, sekiz hafta veya daha fazla süreyle uygulanan antidepresanların, en az dört haftalık dönemde azaltılarak bırakılması önerilmektedir. Primer SSRI bırakma sendromu Birincil (primer) terimi ekstrapiramidal sendromlar ve mani tablolarını ayırt etmek için kullanılır. Birincil SSRI bırakma sendromunun fiziksel ve psikolojik belirtiler vardır. Parestezi, uyuşukluk, elektrik şoku benzeri duyusal belirtiler, çınlama, baş dönmesi gibi denge belirtileri, başağrısı, letarji, iştahsızlık, titreme gibi somatik belirtiler, anksiyete, irritabilite, düşük duygudurum gibi affektif belirtiler, bulantı, kusma, ishal uykusuzluk ve aşırı rüya gibi diğer belirtiler izlenir. En sık görülen baş dönmesi, bulantı, uyuşukluk ve baş ağrısıdır. Bazı hastalarda görülen elektrik şoku benzeri duyusal belirtiler veya baş dönmesi gibi dengesizlik şikayetler birincil bırakma sendromu için oldukça karakteristiktir. Primer TSA bırakma sendromu Duyusal bozukluklar ve denge ile ilgili sorunlar SSRI spesifik olarak kabul edilebilir ve bunlar TSA'ların bırakılmasında daha az görünür. MAOI bırakma sendromu MAOI bırakılmasına tepkiler, özellikle tranilsipromin için, diğer antidepresanlardan daha şiddetlidir. Klinik tablo depresif belirtilerin kötüleşmesi, oryantasyon bozukluğu, paranoid hezeyanlar ve halüsinasyonlar, akut konfüzyon durumu, anksiyete, hiperakuzi ve depersonalizasyon gibi ağır belirtileri içerebilir. Nadir sendromlar Antidepresan bırakılması ile ilişkili olduğu rapor edilen ekstrapiramidal sendromlar ve mani/hipomani gibi olgu bildirimleri vardır. Bu sendromların sıklığı bilinmemektedir, ancak gözlemler nadir olduklarını göstermektedir. Mani/hipomani TSA, SSRI, MAOI, venlafaksin ve mirtazapinin aniden bırakılması ile bildirilmiştir. Bu fenomen hem unipolar depresyon ve hem bipolar bozukluğu olan hastalarda görülmüştür. Desipramin bırakılması ile parkinsonizm belirtileri, fluoksetin bırakılması ile distoni ve venlafaksin, fluvoksamin, imipramin bırakılması ile akatizi (ribaund akatizisi) rapor edilmiştir. Yenidoğanlarda antidepresan bırakma sendromu
Gebeliğin
geç
döneminde
SSRI
kullanımı
olan
annelerin
yenidoğan
bebeklerinde
bırakma
belirtileri
rapor
edilmiştir. Benzer
belirtiler
gebeliğin
geç
döneminde
TSA
kullanımı
sonrasında
da
bildirilmiştir. Belirtiler
arasında
ürperme
titreme,
huzursuzluk,
tonus
artışı,
solunum
güçlüğü
(geçici
takipne,
siyanoz),
sinirlilik,
ağlama,
huzursuz
uyku ve
beslenme
zorlukları
vardır. Belirtiler
doğumda
mevcuttur
ya da
doğumdan
sonra
birkaç
saat
veya gün
içinde
başlar.
Genellikle
hafif
şiddettedirler
ve 2
hafta
içinde
kaybolurlar. Bazen
nöbet ve
hiperpireksi
gibi
şiddetli
belirtiler
de
ortaya
çıkabilir
ve bu
durumda
yenidoğan
yoğun
bakım
ünitesinde
takip
gerekli
olur. Bu
belirtiler
yenidoğan
antidepresan
bırakma
sendromu,
serotonin
toksisitesini
(antidepresanın
doğrudan
toksik
etkisi) temsil edebilir ya da tamamen
ilaç ile ilgisiz olabilir.
|